İklim krizinin gölgesinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği Yaşadığımız orman yangınları, sel felaketleri, aşırı hava olayları tesadüf değil. İklim krizi kapımızda değil, tek ve ortak evimiz, gezegenimizde. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından açıklanan 9 Ağustos 2021 tarihli rapora göre, küresel ısınma radikal önlemler alınmadığı takdirde kritik 1.5 °C eşiğini geçecek. Ancak söz konusu radikal önlemler 1 – 13 Kasım tarihleri arasında Birleşik Krallık başkanlığında Glasgow’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nden çıkmadı.
İklim krizi ile mücadeleye tavizsiz devam edilmeli. Bununla beraber toplumun tamamını etkileyen her sorun gibi iklim değişikliğinin sonuçları da , etkilenen kişinin konumuna, milliyetine, cinsiyet kimliğine ve dünyanın neresinde bulunduğuna göre değişiyor. İklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarından en çok geçimini tarım, hayvancılık, balıkçılık gibi sürdürülebilirliği ekosistemlerin sağlığına bağlı olan sektörlerde çalışanlar etkileniyor.
İklim krizinin etkilerinden bahsederken nasıl gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeleri aynı şartlarda değerlendiremiyorsak yıkıcı etkilerle yüzleşmek zorunda kalan topluluklara toplumsal cinsiyet perspektifinden yaklaşmak da dikkatlerden kaçmamalı 1. WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından yayınlanan “Toplumsal Cinsiyet ve Yasadışı Vahşi Hayvan Ticareti” raporuna göre, toplum hafızasının en derin katmanına yerleşmiş toplumsal cinsiyet rollerini dikkate almadan çevre sorunlarını bütüncül bir şekilde ele alamayız.
İnsanlığın doğa üzerindeki tahakküm süreci yüzyıllar öncesinden başladı. İnsanlığın, doğa tarafından sunulan kaynaklar üzerindeki iktidar isteğine karşı doğaya siper olan çevre koruma hareketi ile yüzyıllardır sesleri bastırılan, her alanda ayrımcılığa maruz kalan; eğitim, oy verme, seyahat başta olmak üzere kişilik haklarını yıllar süren mücadeleyle kazanan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile mücadele hareketlerinin arasındaki paralelliği görmek hiç de zor değil: Aslında hepsi daha adil, eşitlikçi, doğayla uyumlu bir dünya mücadelesi.
Araştırmalara göre toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve doğa kayıpları birbiriyle bağlantılı2. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği arttıkça doğa tahribatı da artıyor. Bununla beraber kadınlar, erkeklere göre çevreye daha duyarlı. Yine aynı araştırmalara göre kadınlar organik ürün kullanımı, plastik kullanımı azaltma, sürdürülebilir gıda ve giyim alışverişi yapma konusunda daha duyarlı. Dört bir yandan alarm veren doğanın sesini çoğunlukla cinsiyet eşitsizliğinin yükünü taşıyan kadınlar duyuyor.
İklim krizi neden kadınları daha fazla etkiler?
İklim krizinden de kadınlar erkeklere göre daha fazla etkileniyor. Kadınların geçim kaynakları doğaya daha fazla bağımlı. Birleşmiş Milletler verilerine göre, gelişmekte olan ülkelerde gıda üretiminin %45-80’ini kadın çiftçiler gerçekleştiriyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin baskın olduğu toplumlarda eğitime erişemeyen kadınlar tarıma yöneliyor. Kuraklık, azalan su kaynakları, aşırı hava olayları ve kıyı bölgelerinin sular altında kalma ihtimali ise hem gıda güvenliğini, hem de geçimi tarıma bağlı kadınları riske atıyor. İklim değişikliğine bağlı olarak toprağın verimi azaldıkça, kadınlar daha uzun çalışma saatlerine rağmen daha az gelir elde ediyor.
Atanan toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak daha çok kadınlar tarafından üstlenilen gıda, temiz içme suyu, yakacak temin etme ve ev işleri her geçen gün zorlaşıp uzuyor. Bu da kadınların ve kız çocuklarının eğitime daha az zaman ayırması demek. Oysa eğitimli kadınlar biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda daha fazla bilgi sahibi olabilir, iklim değişikliği etkilerinden koruyacak çözümlere daha kolay ulaşabilir. Kadınlar, eğitim bariyerini aştığında tüm insanlığı doğrudan etkileyen iklim politikalarında karar verici mekanizmalara yerleşerek, toplumsal cinsiyet bazlı çevre politikaları oluşturulmasında aktif rol de oynayabilir. Ne yazık ki, ailede erkek bireyler eğitim ve iş fırsatlarının peşinden gidebilirken, kadınlar çocuklara, kardeşlere veya ailenin yaşlı bireylerine bakma sorumluluğuyla baş başa kalıyor.
İklim krizine bağlı olarak deniz seviyesinin yükseldiği veya aşırı hava olaylarının görüldüğü yerlerde ise insanlar göçe zorlanıyor. Zorunlu göç, açlık, fakirlik gibi sorunlar aile içi şiddet olaylarını artırıyor.
İklim krizi gezegenimizin üzerini kaplayan karanlık bir örtü.. Var olan kırılganlıkları artırıyor. Bu nedenle iklim krizi ile mücadele ve doğa koruma politikalarını cinsiyet, dil, din, ırk, ekonomik statü gibi bireyleri daha da kırılganlaştıran kesişimlerden ayrı düşünemeyiz. Bu krizden çıkış ancak doğa üzerindeki politikalarla #BirlikteMümkün